Altına koyduğumuz leğen, tavanın damlalarıyla dolarken biz onu darbuka sanırdık. “Bak nasıl ritim tutuyor?” der, gülüşürdük. Oysa damlayan suyun sesi, evin hüzzam makamında şarkısıydı. Sobanın borusu bazen duman basar, bazen yerinde durmazdı; tıpkı mahallede iki kadeh içince yalpalayan Gazozcu Nuri gibi. Biz çocuklar için her şey bir oyundu, büyüklerin derdi bile bizim hayallerimizde şenlikti.
Merdivenleri hiç unutmam… Adım atsak gıcır gıcır bağırırdı. Sanki gizli konuşmalarımıza ortak olur, sırlarımızı dışarıya sızdırmak isterdi. Allah muhafaza bir hırsız girse kazara; alâsından alarm sistemi. O gürültülü ahşap merdiven, bugün hâlâ kulaklarımda bir çocukluk melodisi gibi çınlıyor.
Eskici Mahmut vardı, sokak başında “Eskiciiii!” diye bağırır, iki mandal bir leğen satabilmek için gözünü, iki tokat atmadıkça kendine gelemeyen Nordmende televizyona dikerdi. Canı sağ olasıca bilse evin tamamı, iki tokattan geçerdi.
Meşhur gazozumuz Kayısı Kola’yı almak için kapısından ayrılmadığımız, Bakkal Osman’ın dükkânı ise bambaşkaydı. Pirinci taşla kardeş edecek kadar kaynaştırmayı severdi, taşı ayıklarken bile sabrı öğretirdi. Bizim için o bakkal, şimdilerin alışveriş merkezileriydi. Elimizin altında, arama motorları, yapay zekaları yoktu. Gazete kuponlarından alınan, Meydan Larousse’u olan komşu bildiğin kütüphane hizmeti verebilirdi.
Neriman Teyze… Ah o kadın. Sabahın köründe, rüyasında, kıramadığı iki lafın belini, bizim uykularımızda yüksek sesle kırardı. Bazen kızardık, bazen gülüşürdük, ama onsuz bir mahalleyi hayal bile edemezdik.
Kışlar zor geçerdi, kazma kürek aratan Mart’ta kömürlüğe neredeyse uğramazdık. Ama sobanın yanında, ince belli bardakta içilen çayın sıcağı, üşüyen ellerimizi bile unuttururdu. Üstüne iki portakal kabuğu attın mı, oh al sana oda kokusu alâsından.
Alamancı komşunun getirdiği renkli televizyonunu dantelin üstünden seyrederdik kıskanarak. Bizim, tokat manyağı emektar siyah beyazımız bize yetiyordu; çünkü hayallerimiz renkleri çoktan boyamıştı. “He-Man”in kılıcını kaldırışı, “Voltran”ın birleşme anı biz onu rengârenk izlerdik. “Bizimkiler” başlayınca evde çıt çıkmazdı, “Perihan Abla”nın neşesi mahalleye taşardı. Bir yandan da reklamlardan aklımıza kazınan sesler kulağımızda dönerdi: “Alo, leke çıkarmada bir numara!”.Yılbaşı gecesi dört gözle beklenen, Halit Kıvanç’ın sunduğu televizyon programları…
Ve o evin duvarlarına sinmiş anne kokusu… Bayram sabahları yeni perdelerin arasından süzülen güneş ışığı… Mutfaktan yayılan taze ekmek kokusu… Çocuk kahkahalarının birbirine karıştığı oyunlar… O ev, eksikleriyle değil, fazlalıklarıyla hatırlanır kalbimde.
Ben o evi çok sevdim.
Çünkü çatısı akarken biz şarkılar uydurduk, sobası duman basarken masallar anlattık. Her köşesinde bir anı, her sesinde bir hatıra vardı.
Şimdi gözlerimin önünde duruyor; zamanın unutturduğu ama kalbin asla silmediği o ev. Çocukluk, eksikleriyle güzeldi. Sokakta güven vardı; topla yakardık birbirimizi , kör ebeyle saklanırdık sadece.Acıktığımızda salçalı ekmek veren bir teyze mutlaka olurdu. Sevmezdim ama o an oyunu bırakıp gitmeyi de göze alamazdım. Yokluk vardı ama bizde hiç eksilmeyen bir şey de sevgi ve huzurdu. Çoğalttıkça eşyayı, azalttık belki de anıları.
Ben o evi çok sevdim… Çünkü bütün anılarımı içine sakladı.
Hayatın çok zor fakat anıların da bir o kadar güzel olduğu yıllardı. Kalemine yüreğine sağlık olsun.
Canım arkadaşım. Cok duygulandırdın beni.okudukça eski o yasanmisliklar canlandi
Beni o yıllara götürdün, yüzümde hüzünlü bir gülümseme, kalbimde de sıcacık duygularla…Kalemin daim olsun canım