İYİ Parti Genel Başkanı Dervişoğlu, “tükeniş bütçesi” dediği 2026 yılı bütçesinde 16.2 trilyon gelir ve 18.9 trilyon gider ile 2.7 trilyon lira bütçe açığı beklendiğine işaret ederek “Ödeyeceğimiz faiz de aynı miktarda yani 2,7 trilyon. Büyüme ise yüzde 3.8 olacakmış. Bu açıkla da enflasyon yüzde 16’ya düşecekmiş. 3 haftada çöken, 3 yıllık orta vadeli yalanların yeni bir versiyonu. Ya arkadaş! Bu bütçe açığıyla, bu enflasyon, nasıl o seviyeye düşecek? Rakamlar yalan söylemez, ama bu bütçe yalan söylemekten imtina etmiyor. Çünkü 2026 rakamlarının gerçekle uzaktan yakından ilgisi yok. Bütçe eskiden bir hükümetin yol haritasıydı, namusuydu. Şimdi ise yalanın resmî belgesi hâline gelmiş durumdadır. Hakikatin bütçesi değil, amirine yaranma telaşıyla yapılmış palavra sporudur” dedi. “Yanlış ekonomik politikalar yüzünden millet tükenmiştir” diyen Dervişoğlu, “Aslına bakarsanız milleti tüketen, iktidar tükenmiştir” ifadelerini kullandı. Yapılacak bütçe görüşmelerine de değinen Dervişoğlu, “Gelsin bütçesini ya delikanlı gibi savunsun ya da bu büyük millete kendisi sunsun” diye ekledi.
İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, partisinin TBMM grup toplantısında konuştu.
“KKTC Cumhurbaşkanı atanmış bir vali değildir”
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminden sonraki tartışmalara değinen Dervişoğlu, “Gerek seçim sürecinde ve gerekse sonrasında, Türkiye’den bir takım siyasi aktörleri esefle izledik. KKTC seçimlerini etkilemeye yönelik; talihsiz olduğu kadar münasebetsiz açıklamalarını da tek tek not aldık. KKTC’nin bağımsız bir devlet olduğunu savunup, bunu dünyaya kabul ettirmeye çalışırken; bağımsızlığına önce Türkiye’nin saygı duyması gerekir. Çünkü Türkiye’nin saygı göstermediği bir alanda, başkalarının saygı göstermesi beklenemez. KKTC’nin bağımsız ve egemen bir ülke olduğuna inanan ve bu davayı destekleyen herkes, Kıbrıs Türk halkının hür iradesiyle yaptığı seçimlerin sonuçlarının, KKTC’nin bağımsızlığını perçinlediğini kabul etmelidir. KKTC Cumhurbaşkanı atanmış bir vali değildir, bağımsız bir Türk devletinin adil ve özgür seçimler sonucu seçilmiş devlet başkanıdır. Yapılan seçimleri; federasyon ile bağımsız devlet arasında bir referandum gibi sunmak, hadiseyi bu şekilde ele almak, düşmanları sevindirmek,
Türkiye için de bir mağlubiyet algısı yaratmaktır. Okumadıkları, okuyup anlamadıkları, anlayıp da inanamadıkları tarihi gerçeği tekrarlayayım ki; o pamuk ipliğine bağlı milli özgüvenleri öğrensin!
Kıbrıs Türk halkının bir devleti vardır ve garantörü de Türkiye Cumhuriyeti’dir. Bu hakikat öylesine köklü, öylesine güçlüdür ki; ne tek bir seçimle değişir ne de değiştirmeye kimsenin gücü yetebilir.
Devlet aklı ve ahlakı olanlar bunu bilir ve buna dikkat ederek söylem üretirler. Ancak; “BEKA” kavramını her mecrada bozuk para gibi kullanmaya alışkın bu zihniyet; en kirli ve karanlık şahsi ilişkilerini, onunla yıkayıp aklayacağına o kadar inanmış ki, beka diye sattıkları cakaları ve bundan elde ettikleri menfaatleri bozulduğunda maksadı aşan cümleler kurmaktan geri durmuyorlar. Diler ve umarım ki; devlet aklıyla düşünmeyi ve devlet gibi konuşmayı da öğrenirler” dedi.
Merkez Bankası kart soruşturması
Merkez Bankası kart soruşturmasına değinen Dervişoğlu, Cebimizdeki parada imzası bulunan kişi, yolsuzluk iddiaları ile tutuklanıyor. İngiliz Mehmet’ten, sabık damat bakana; oradan da ışıldayan gözlü bakanlara kadar atandığı dönemde öve öve bitirilemeyen, Türkiye’yi milyarlarca dolar zarara uğratan kur korumalı mevduatın da mucitlerinden olan Merkez Bankası Başkan Yardımcısından bahsediyorum. Bu başka yerde olsa hükümetler istifa eder, bakanlar istifa ederdi.
Söz konusu soruşturmaya göre, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın iştiraki olan Bankalararası Kart Merkezi’nde yapılan ‘Çipli Kart Alımı’ ve ‘TROY Yazılım Geliştirme’ ihalelerinde,
ciddi usulsüzlükler tespit edilmiş ve devletimiz milyonlarca lira zarara uğratılmıştır. Hiç kimse ağzını eğip bükmesin. Bu, basit bir ihale tartışması yahut bir usul hatasından kaynaklanan bir zarar değildir. Bu mesele, devletin en güvenilir kurumu sayılan ve öyle de olması gereken Merkez Bankası’nın gölgesinde doğmuş bir yönetim zafiyeti, saray çürümüşlüğünün en açık özetidir.
Çünkü ortada bir rabıta vardır. İş takibi ve komisyon rabıtası vardır. Merkez Bankası görevlilerinden, kayyum rektör olarak adlandırılan Boğaziçi Üniversitesi’ndeki görevlilere; sendika başkanının oğlundan, farklı kurumlardaki üst düzey kamu görevlilerine kadar büyük bir şebekenin işin içerisinde olduğu görülmektedir. Eğer bir mucize olup derinlemesine incelenebilse,
bu işin nereye ve kimlere uzanacağını da hepimiz biliyoruz” ifadesini kullandı.
Erdoğan’a tepki: “Delikanlıysa gelsin bütçesini sunsun”
Tükeniş bütçesi dediği 2026 yılı bütçesinde 16.2 trilyon gelir ve 18.9 trilyon gider ile 2.7 trilyon lira bütçe açığı beklendiğine işaret eden Dervişoğlu, “Ödeyeceğimiz faiz de aynı miktarda yani 2,7 trilyon. Büyüme ise yüzde 3.8 olacakmış. Bu açıkla da enflasyon yüzde 16’ya düşecekmiş. 3 haftada çöken, 3 yıllık orta vadeli yalanların yeni bir versiyonu. Ya arkadaş! Bu bütçe açığıyla, bu enflasyon, nasıl o seviyeye düşecek? Rakamlar yalan söylemez, ama bu bütçe yalan söylemekten imtina etmiyor. Çünkü 2026 rakamlarının gerçekle uzaktan yakından ilgisi yok. Bütçe eskiden bir hükümetin yol haritasıydı, namusuydu. Şimdi ise yalanın resmî belgesi hâline gelmiş durumdadır.
Hakikatin bütçesi değil, amirine yaranma telaşıyla yapılmış palavra sporudur. Yanlış ekonomik politikalar yüzünden millet tükenmiştir. Kepenk kapatan esnaf, ay sonunu getiremeyen emekli,
toprağına küsen çiftçi tükenmiştir. Emeği zayi olan emekçi, maaşı kuşa dönen memur, maaşının yarıdan fazlasını kiraya veren kiracı tükenmiştir. Çarkı döndüremeyen KOBİ’ler, finansmana ulaşamayan sanayiciler, geleceğinden umudu kesmiş, kayırmacılık altında ezilen gençler tükenmiştir. Aslına bakarsanız milleti tüketen, iktidar tükenmiştir. Hazırladıkları bütçe de,
Bir tükeniş bütçesidir. Her bütçe döneminde yaşıyoruz. Özellikle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçtiğimiz andan itibaren, saraydan hazırlanarak yapılmış bütçe binlerce sayfa dokümanla birlikte komisyona gelir. Üzerinde saatlerde konuşur, günlerce tartışırız. Hatta yapılan tartışmalar neticesinde ‘ne kadar büyük bir performans gösterdik’ diye bütçeyi savunanlar TBMM’de iftiharla anlatır. Ama bir tek rakamını, cümlesini bile değiştiremeyiz. Çünkü Sayın Recep Tayyip Erdoğan öyle emretmiştir, TBMM’ye gelmiştir ve Türk milletine dayatılmak istenmektedir. Buradan açıkça söylüyorum; bütçenin sahibi Sayın Recep Tayyip Erdoğan geride bıraktığımız yıllarda yaptığı gibi yapmasın. Gelsin bütçesini ya delikanlı gibi savunsun ya da bu büyük millete kendisi sunsun. Suçu bürokrasinin üstüne, bakanların üstüne atmasın. Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı TBMM’den kaçmamaya davet ediyorum. Tekrar söylüyorum; delikanlıysa gelsin bütçesini sunsun ya da milletin huzurunda o bütçeyi savunsun.” şeklinde konuştu.
“Bunun hesabını sormak boynumun borcu olsun”
İktidarın “İtibardan tasarruf olmaz” şeklindeki çıkışına değinerek gerçekte milletin itibarından tasarruf yapıldığını savunan Dervişoğlu, “Yeter artık! Milletin itibarından tasarruf ettiğimiz! Biraz da kendi itibarınızdan tasarruf edin. Uçaklarınızdan, seyahatlerinizden, yolsuzluklarınızdan, uğursuzluklarınızdan tasarruf edin! Geçen yılki bütçeye zulüm bütçesi demiştik, bu sene tükeniş bütçesi diyoruz. Zulüm bütçesinden, tükeniş bütçesine savruluş. Bunun hesabını sormak boynumun borcu olsun. Torba yasalarla halkın ümüğünü sıkan bu düzenbazlığa yeter artık.
Yeter artık! “tasarruf” diyerek; dar gelirlinin sofrasından, memurun maaşından, esnafın kazancından kesen hoyratlık! Bir kez de vergi mükelleflerinin haklarını güçlendiren düzenlemeler getirin. Ama yok. Vatandaşı koruyan düzenlemeler getirin. Ama yok. Var olan tek şey sadece kasayı doldurma derdi. Bir kez de saray bütçesine, ballı ihalelerden nasiplenenlere, uzlaşmayla borcunun tamamını sildiğiniz yandaş şirketlerinize dokunun. Allah’ınız, kitabınız yok mu sizin!” diye ekledi.
“Kamu gücünü kullanarak manipülasyon yapan her kim varsa hesap vermeli”
Türkiye’de bugün 6,5 milyon insanın hisse senedi yatırımı yaptığına işaret eden Dervişoğlu, “Bu kadar insan, emeğiyle biriktirdiğini borsaya koyuyor. Öyle ayılardan, balinalardan bahsetmiyorum. İşinde gücünde namuslu, vergisini veren orta direk vatandaşımızdır bunların çoğu. Pek azı belki ev alırım, bir kısmı araba sahibi olurum, belki çocuğuma üniversite parası birikir diye uğraşıyor. Umudunu üretime, büyümeye, bu ülkenin şirketlerine bağlamış milyonlarca küçük yatırımcıdan bahsediyorum. Ama ne oluyor? Manipülasyon, spekülasyon, türlü türlü oyunlar…
Her seferinde olan vatandaşa oluyor. Rakamlar ortada: Borsadaki şirketlerin yarısı zarar açıklamış.
Yani “Borsamız ucuz” dedikleri şey, aslında reel sektörün alarm veren bilançolarının üzerini örten bir yalandan ibaret. Ve daha 1,5 ay önce Cumhurbaşkanı Erdoğan çıktı, ‘Borsada yükseliş hız kazanıyor’ dedi. Peki sonra N’oldu? Bunların maşallah dediği 3 gün yaşamadığı için o günden bugüne borsa yerle bir oldu. Halkın birikimi eridi. Umutları yok oldu. Gelinen aşamada Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde ivedilikle bir Meclis Araştırma Komisyonu kurularak; başta Türkiye Varlık Fonu olmak üzere, Merkez Bankası, Bankalar Arası Kart Merkezi, Rekabet Kurumu, Kamu Bankaları, Sermaye Piyasası Kurulu gibi tüm aktörlerin iş ve işlemleri denetlenmelidir. Kamu gücünü kullanarak manipülasyon yapan her kim varsa hesap vermelidir” açıklamasını yaptı.
“Hukuk herkese lazım olur”
Balıkesir’de geçtiğimiz hafta yaşanan olaya dikkat çeken Dervişoğlu, “22 sene hüküm giymiş, 5 küsur sene hapiste yatmış bir hükümlü Çanakkale’de açık cezaevine sevk ediliyor. Jandarma ringiyle, bir koruma altında falan da değil. Adama ‘Sen git, Çanakkale’deki Açık Cezaevi’ne teslim ol’ diyorlar adama. Bir cezaevinden bir cezaevine kendi kendine gidiyor. Düşünebiliyor musunuz?
Bu katil giderken en az 2 kişiyi öldürüyor, birkaç kişiyi de yaralıyor. Sokaklar eşkıyalarla dolu, bunlar seyrediyor. Buralardan çıkarılacak çok sayıda ders var, gözden geçirilmesi icap eden çok sayıda husus var. Evladını kaybetmiş bir annenin, mahkeme sonucunda; ‘Ben sadece ilahi adalete güveniyorum’ demesi bile bizim ders çıkarmamız icap eden bir husustur. Bu devletin yöneticilerine, bu ülkenin adaletinden hukukundan sorumlu olanlara sesleniyorum: Hukuk herkese lazım olur. Altını çizerek söylüyorum: Bu memleket kendini dokunulmaz sayan ne adamlar görmüştür” dedi.
“Ey yanlış yolun şaşkın yolcuları!”
Terörsüz Türkiye ambalajıyla pazarlanan süreç kapsamında yaşanan gelişmelere de tepki gösteren Dervişoğlu, “İktidara, ne yapıyorsunuz o komisyonda diyoruz. Bekamız söz konusu diyorlar. Ana muhalefete ne yapıyorsunuz diyoruz. Dinliyoruz diyorlar. PKK ve İmralı’nın sözcüsü ve temsilciliğine soyunmuş, Kürtleri de oraya hapsetmekle görevli partiye bu sloganlar nedir diye soruyorlar. Barış diyor, demokrasi diyor. Buradan bir kez daha uyarıyorum. Ey yanlış yolun şaşkın yolcuları! Bu ülkeyi, Türk milletini provoke ederek varacağınız menzilde sizi bekleyen hiç ama hiç iyi bir gelecek yoktur. Kimse için yoktur. Ne Kürt için ne başka bir kimlik için yoktur. Öcalan canisine indirgenmiş bir sürecin sonunda, en çok benim masum Kürt kardeşime yazık edeceksiniz. Tablo açık ve nettir: Ya Öcalan’ı tercih edeceksiniz ya Kürtleri. Ya Kandil’i tercih edeceksiniz ya Türkiye’yi. Ya Cumhuriyet’i tercih edeceksiniz ya da üzülerek söylüyorum sefilliği” dedi.
Dervişoğlu’nun konuşmasının tamamı şu şekilde:
Saygıdeğer milletvekilleri
Kıymetli misafirler, yol arkadaşlarım ve basın mensupları
grup toplantımıza hoş geldiniz.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin yeni seçilen Cumhurbaşkanı
Sayın Tufan Erhürman’ı bir kere daha tebrik ediyorum.
Kıbrıs Türklüğü için de Kıbrıs milli davamız için de Türkiye için de hayırlara vesile olmasını diliyorum
Bizim açımızdan, Kıbrıs’ta 2 mesele önceliklidir;
Birincisi; Kıbrıs Türklüğünün, bireylerin ve toplumun güven içinde yaşaması,
İkincisi; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti olarak,
kanunlar ve kurallar çerçevesinde ilelebet varlığıdır.
KKTC, her şeyden önce,
Kötü eğilimlerin, kural haline getirilmeye çalışılan, norm dışı siyasi, ekonomik ve yönetsel yöntemlerin odağı olmamalıdır.
Mafyalara sığınak, kumar ve bahis piyasasına cennet,
Uyuşturucu, fuhuş ve kara para ekonomisine merkez olarak tanımlanması,
Herkes açısından bir namus meselesi olarak görülmelidir.
Sayın Erhürman’ın açıklamalarından da anlıyoruz ki;
“Kıbrıs Türklerinin kendisine verdiği desteği”, bu açıdan değerlendirmektedir.
Çünkü seçmenlerin genel beklentileri ve ortak iradeleri;
Hem KKTC’nin hem de Türkiye’nin dış güvenliği ile birlikte,
Halkının can ve mal güvenliğinin, hukukun üstünlüğünün bir arada sağlamasıdır.
Bu hususlar birbiriyle çatışıp, çelişmediği gibi,
Bunlardan biri yek diğerine feda edilemez.
Çünkü bunlar bir arada olmadıkça;
Ne içeride ne de dışarıda güvenlik olmaz.
Bu vesileyle;
Gerek seçim sürecinde ve gerekse sonrasında,
Türkiye’den bir takım siyasi aktörleri esefle izledik.
KKTC seçimlerini etkilemeye yönelik;
Talihsiz olduğu kadar münasebetsiz açıklamalarını da tek tek not aldık.
KKTC’nin bağımsız bir devlet olduğunu savunup,
Bunu dünyaya kabul ettirmeye çalışırken;
Bağımsızlığına önce Türkiye’nin saygı duyması gerekir.
Çünkü Türkiye’nin saygı göstermediği bir alanda,
Başkalarının saygı göstermesi beklenemez.
KKTC’nin bağımsız ve egemen bir ülke olduğuna inanan
ve bu davayı destekleyen herkes,
Kıbrıs Türk halkının hür iradesiyle yaptığı seçimlerin sonuçlarının,
KKTC’nin bağımsızlığını perçinlediğini kabul etmelidir.
KKTC Cumhurbaşkanı atanmış bir vali değildir,
Bağımsız bir Türk devletinin adil ve özgür seçimler sonucu seçilmiş devlet başkanıdır.
Yapılan seçimleri;
Federasyon ile bağımsız devlet arasında bir referandum gibi sunmak,
Hadiseyi bu şekilde ele almak,
Düşmanları sevindirmek,
Türkiye için de bir mağlubiyet algısı yaratmaktır.
Okumadıkları, okuyup anlamadıkları, anlayıp da inanamadıkları tarihi gerçeği tekrarlayayım ki;
O pamuk ipliğine bağlı milli özgüvenleri öğrensin!
Kıbrıs Türk halkının bir devleti vardır ve garantörü de Türkiye Cumhuriyeti’dir.
Bu hakikat öylesine köklü, öylesine güçlüdür ki;
Ne tek bir seçimle değişir ne de değiştirmeye kimsenin gücü yetebilir.
Devlet aklı ve ahlakı olanlar bunu bilir ve buna dikkat ederek söylem üretirler.
Ancak; “BEKA” kavramını her mecrada bozuk para gibi kullanmaya alışkın bu zihniyet;
En kirli ve karanlık şahsi ilişkilerini, onunla yıkayıp aklayacağına o kadar inanmış ki,
Beka diye sattıkları cakaları ve bundan elde ettikleri menfaatleri bozulduğunda maksadı aşan cümleler kurmaktan geri durmuyorlar.
Beka demişken;
Geçtiğimiz hafta Şam yönetimi ile YPG arasında yapılan görüşmeleri,
Ve TBMM gündemine gelen ve kabul edilen tezkereleri de dikkatlerinize sunarım.
Suriye’deki istikrarsızlık ve yeni bir iç savaş tehdidi, Türkiye’nin arzu ettiği bir şey olamaz.
Ancak, Suriye ile ilgili yapılan ve yapılacak herhangi bir anlaşmanın da,
Türkiye’nin toprak ve nüfus güvenliğinin hilafına olması asla kabul edilemez.
Dolayısıyla, milli güvenlik mimarimizle kökünden oynamaya meyilli aktörlerin içinde olduğu bu iktidara,
Bu tezkere bağlamında üç soru sormamız gerekiyor:
Bir,
SDG/YPG’nin, Suriye ordusuna entegre olması halinde, o yapının birlikleri,
kendi emir-komuta zincirlerini koruyarak,
Suriye’nin kuzeydoğusunda konuşlanmaya devam mı edecekler?
Yoksa Şam’ın iradesine tabi olacak ve Suriye’nin diğer bölgelerindeki
ordu birliklerine karışarak mı görev yapacaklar?
Eğer SDG/YPG birlikleri sadece üniforma ve flama değiştirmekle yetinecek,
ve bulundukları bölgede özerk bir ordu birliği olarak kalmaya devam edecekse,
bu bir barış anlaşması olmadığı gibi,
TBMM’den çıkarılacak tezkerenin kullanılması da ivedi ve zaruri hale gelir.
İkinci sorumuz ise;
Türkiye olası anlaşma sonunda,
Suriye’nin kuzeyinde bir tampon bölge kurma ve sürdürme hakkına sahip olacak mıdır?
Aksi durum,
Yani Adana Mutabakatı’nın bile gerisine düşen, “sınırdan 30 km içeriye girerek
terör unsurlarını takip ve imha hakkının altında kalan” bir anlaşma
bu koşullarda, başarısızlık ve rezalet dışında bir şekilde tanımlanamaz.
Son olarak da;
Türkiye’nin, Şam yönetimine hava savunma sistemi,
insansız hava uçağı ve bazı elektronik haberleşme sistemleri konusunda,
yardım yapacağı haberleri de basına sızmış durumdadır.
Bu stratejik mühimmatın denetimi için Şam’a gönderilecek bir heyet olacak mıdır?
Bu mühimmatın SDG/YPG başta olmak üzere birtakım grupların,
hatta Türkiye’ye hasmane tutum sahibi devletlerin
Eline geçmeyeceğinin teminatına sahip misiniz?
Bu sebeple, her şeyden evvel,
Türkiye’nin gözetiminde bir mekanizma kurulması elzemdir.
Aksi durum, büyük zafiyetlere sebep olabilecektir.
Türkiye bu tür zafiyetlere izin veremez,
Zafiyetlerle zaman ve mecra kaybedemez.
Ayrıca, Irak/Suriye tezkeresinde PKK ile mücadele temasına yapılan vurgu,
Bir anlamıyla örgütün tasfiyesine yönelik adımların safsata olduğunu ortaya koyarken,
Bir önceki tezkere döneminde yapılan mücadelede, başarısız olunduğunu teyit etmektedir.
Yani malum ilan edilmiştir.
Bakalım bu duruma, o meşhur komisyonda ne tepki verilecektir.
Değerli arkadaşlarım;
Ortada iki farklı beka, iki farklı diplomasi, iki farklı siyaset anlayışı olduğu gibi
İki farklı ekonomi anlayışı ve işleyişi vardır.
Bir tarafta sarayın yandaş ve oligarklarının ekonomisi…
Bunun içinde peşkeş, talan, yağma ve haram zenginlik vardır.
Diğer yanda temiz vatandaşın ekonomisi…
Bunun içinde ise hakkını alamayan, hakkı gasp edilen 86 milyon vardır,
Alın teri vardır, emeği vardır, değişim arzusu vardır.
Soru, hangisini tercih edeceğimizdir.
Ayrım ise, kimin neyi tercih ettiğindedir.
Oligark ekonomisini tercih eden iktidarın, ortaklarının eseri ortadadır:
Her gün yeni bir operasyon haberi görüyoruz.
Sorulunca da “bu bir temiz eller operasyonudur” derken, koltukları kabarıyor.
Keşke öyle olsa.
Oysaki hadisenin;
“kimin eli kimin cebinde operasyonu” olduğunu onlar da en az bizim kadar biliyorlar.
Birilerine tımar dağıtarak otorite kuruyor,
Kurduktan sonra da müsadere ediyorlar.
Adeta tanıkları ortadan kaldırıyor.
Olan biten bundan ibarettir.
Türk siyaseti, himayecilik ve kayyımcılıktan,
Türk ekonomisi de tımar ve müsadere sarkacında perperişandır.
Bugüne kadar her yapanın yanına kâr kaldığı için bu fotoğrafın özü değişmiyor,
Albüme yenileri katılıyor.
Ortada çeyrek asırlık bir yağma kültürü var,
Talan bağımlılığı var.
Hepsi bana bir şey olmaz diye düşündüğü için,
Rezaletler kökleşerek yenileniyor.
Bir vakitler, makam odasında, sosyal medya fotoğrafında gördüğümüz çehreleri,
Bir vakit geldiğinde, eli kelepçeli akşam haberlerinde görüyoruz.
Yağmaya bulaşanlar bunu kolayca göze alabiliyor.
Çünkü biliyorlar ki, komisyon verip sıyrılabilecekler.
İsterseniz, hafızalarımızı şöyle bir tazeleyelim;
Kendi bakanlığına fahiş fiyatla dezenfektan satan
Ticaret Bakanı’na ne oldu, bilen var mı? Hiç!
Veya kocası rektör, abisi Sermaye Piyasası Kurulu Başkanlığı yapmış
AK Parti Milletvekilinin ailecek yaptıklarına ne oldu? Hiç!
Peki Yunus Emre Vakfı’nda yakın zamanda ortaya çıkan yolsuzluklara,
ne olduğunu bilen var mı? Hiç!
Öyle bir iktidarla karşı karşıyayız ki bakanlık koltuğunda oturan zatın,
Kendi şirketlerine, kendi bakanlığından teşvik vermesi bile
Üzerinde konuşmaya değer bulunmuyor.
Bugün işin sirayet ettiği yer ise Merkez Bankası.
“Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası”
Düşünebiliyor musunuz?
Cebimizdeki parada imzası bulunan kişi, yolsuzluk iddiaları ile tutuklanıyor.
İngiliz Mehmet’ten, sabık damat bakana,
Oradan da ışıldayan gözlü bakanlara kadar,
Atandığı dönemde öve öve bitirilemeyen,
Türkiye’yi milyarlarca dolar zarara uğratan kur korumalı mevduatın da mucitlerinden olan
Merkez Bankası Başkan Yardımcısından bahsediyorum.
Söz konusu soruşturmaya göre,
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın iştiraki olan
Bankalararası Kart Merkezi’nde yapılan
“Çipli Kart Alımı” ve “TROY Yazılım Geliştirme” ihalelerinde,
Ciddi usulsüzlükler tespit edilmiş ve devletimiz milyonlarca lira zarara uğratılmıştır.
Hiç kimse ağzını eğip bükmesin,
Bu, basit bir ihale tartışması,
yahut bir usul hatasından kaynaklanan bir zarar değildir.
Bu mesele, devletin en güvenilir kurumu sayılan ve öyle de olması gereken
Merkez Bankası’nın gölgesinde doğmuş bir yönetim zafiyeti,
Saray çürümüşlüğünün en açık özetidir.
Çünkü ortada bir rabıta vardır.
İş takibi ve komisyon rabıtası vardır.
Merkez Bankası görevlilerinden,
Kayyum rektör olarak adlandırılan Boğaziçi Üniversitesi’ndeki görevlilere,
Sendika başkanının oğlundan,
Farklı kurumlardaki üst düzey kamu görevlilerine kadar,
Büyük bir şebekenin işin içerisinde olduğu görülmektedir.
Eğer bir mucize olup derinlemesine incelenebilse,
Bu işin nereye ve kimlere uzanacağını da hepimiz biliyoruz.
Sonuç, kara paranın, kayıt dışılığın, enformel ve hatta illegal ekonominin
Emeği, bilgiyi, alın terini ve helal lokmayı yutmasıdır, tüketmesidir, yok etmesidir.
Söz gelimi, bugün kayıt dışı ekonomi, toplam ekonomimizin yüzde 30’unu aşmış,
Kabaca 400-500 milyar dolarlık bir hacme ulaşmış durumdadır.
Bütçe ise, vatandaşın ümüğünün sıkılmasıyla, zamlarla ve vergilerle dengelenmeye çalışılmaktadır.
Faiz ödemeleri korkunç boyuttadır.
İç borçlanma faizleri, 2002’nin, 2003’ün üzerindedir.
Hatırlıyoruz, o günlerde onlarca banka batmıştı,
“Bugün ne oldu da bunu yaşıyoruz” diye soruyoruz, hep birlikte soruyoruz.
Niye olduğunu ben söyleyeyim:
Türkiye çeyrek asırdır kendini bilmezler tarafından yönetiliyor
Ve ekonomide öyle de tanzim ediliyor.
Gözümüzün önünde, adeta bir savaşta yenilmiş,
İşgal kuvvetlerine imtiyaz ve tekel dağıtan bir ülke ekonomisi fotoğrafı beliriyor.
Bu fotoğrafı ortaya kim koymuştur, bu fotoğraf ortaya nasıl çıkmıştır?
Ayan beyan biliyoruz.
-Seçime kadar vatandaşı sağalım, hazineyi boşaltalım,
Seçim zamanı gelince de gelecek 4 yılı ipotek edip dağıtalım.
25 senedir durum böyledir.
Türkiye’nin geleceği,
Bu kendini bilmezler ve Türkiye’yi yönettiğini zannedenler tarafından ipotek altına alınmaktadır.
Bugün halkın alın teri, faiz kuyusunda kaybolup gitmektedir.
2025’te geçen seneye göre faiz giderleri, 1.662 milyar TL’ye
Yani 40 milyar dolara yükselmiştir. Artış, yüzde 82‘dir.
Çocukların öğlen yemeğinden kesmişsin,
Emeklinin hak ettiği maaşına el koymuşsun,
Ödediğimiz onca vergi, damga, ÖTV, KDV toplamışsın.
Türk insanını değil, üreticimizi, çiftçimizi, işçimizi, değil,
faiz baronlarını abad etmişsin.
Geçen hafta reel sektörün sorunlarına değinmiştim.
Ekonomi yönetimiyle, bakanlıkla, yüksek bürokrasiyle muhatap olamayan, muhatap kabul edilmeyen reel sektörden…
İnşaat başta olmak üzere başka sektörlerde de durum benzerdir.
Devletle iş yapanın ödemesi ya bekletiliyor ya da eksik yapılıyor.
Ama devletin alacaklarında faiz günü gününe, kuruşu kuruşuna ödeniyor.
Bu halk artık faizi finanse etmekten bıkmış, usanmıştır.
Faize giden her kuruş, sofradan eksilen bir lokmadır.
İşte biz bu düzeni reddediyoruz.
Hakkını arayana nas tavsiyesi veren tefecilerin kazandığı bir ülke değil,
alın terinin karşılık gördüğü bir ülke istiyoruz.
Bakınız,
Bu yılın sadece ilk dokuz ayında 40 milyar dolar faiz ödedik.
Ama çiftçiye ayrılan tarımsal destek sadece 4,9 milyar dolardır.
Oysa 2006 tarihli Tarım Kanunu açıktır.
Devlet, çiftçiye milli gelirin en az yüzde 1’i oranında destek vermek zorundadır.
Türkiye’nin milli geliri 1,5 trilyon dolardır.
Bunun yüzde 1’i, on beş milyar dolar eder.
Ama bu hükümet, çiftçiye yasal hakkının üçte birini bile vermiyor.
Tarımdaki bu tablo yalnızca bir ihmal değil, bir tercihtir.
Oligark ekonomisini tercih edenlerin, bile isteye yarattığı bir bataklıktır bu.
Bu, üretimi değil ithalatı, çiftçiyi değil faizi tercih eden bir anlayıştır.
O sebeple, tarlalar boş, haralar sessizdir.
Çiftçi kazanamaz durumdadır,
Tüketicilerse, markette ve pazarda gıdaya ulaşamaz hâle gelmiştir.
En verimli zamanları bile kıtlıkla geçiriyoruz.
İnsanımız meyve yiyemiyor, neredeyse her ürünü ithal ediyoruz.
Hayvancılık bitirilmiştir.
Turhan Bey, Bandırma Limanından her gün haber veriyor.
İnsanlar kokudan ve sinekten pencerelerini açamaz hale gelmişler.
İthal edilen on binlerce hayvan ülkemize giriyor.
Ve acı gerçek şu: Bizim çiftçimize verilmesi gereken destekler,
Başka ülkelerin çiftçilerine akıtılıyor.
Milletvekillerimi gittikleri her yerde çiftçilerimizi tarlalarda, esnafları dükkanlarda ziyaret ediyor.
Huzurlarınızda gösterdikleri yüksek memleket aşkı dolayısıyla kendilerine teşekkür ediyorum.
Bu fakir milletin parası ithalata, krediye ve oradan da yine faize gidiyor.
Biz diyoruz ki: “Bu ülkenin çiftçisi üretmeden bu ülke ayağa kalkamaz.
Çiftçi kazanmazsa üretim durur. Üretim durursa ithalat artar.
İthalat arttıkça da ülke yoksullaşır.
Faizi besleyen değil üretimi büyüten,
İthalatı değil istihdamı destekleyen bir bütçe istiyoruz.”
Bütçeyi hazırlayan arkadaşların, hükümetin marifeti hemen ortaya çıksın diye
Teslim günü dolmadan TBMM’ye alel acele verdikleri 2026 yılı bütçesinde;
16.2 trilyon gelir, 18.9 trilyon gider,
2.7 trilyon lira bütçe açığı bekleniyor.
Ödeyeceğimiz faiz de aynı miktarda yani 2,7 trilyon.
Büyüme ise yüzde 3.8 olacakmış.
Bu açıkla da enflasyon yüzde 16’ya düşecekmiş.
3 haftada çöken, 3 yıllık orta vadeli yalanların yeni bir versiyonu.
Ya arkadaş! Bu bütçe açığıyla, bu enflasyon, nasıl o seviyeye düşecek?
Rakamlar yalan söylemez, ama bu bütçe yalan söylemekten imtina etmiyor.
Çünkü 2026 rakamlarının gerçekle uzaktan yakından ilgisi yok.
Bütçe eskiden bir hükümetin yol haritasıydı, namusuydu.
Şimdi ise yalanın resmî belgesi hâline gelmiş durumdadır.
Hakikatin bütçesi değil,
Amirine yaranma telaşıyla yapılmış palavra sporudur.
Yanlış ekonomik politikalar yüzünden millet tükenmiştir.
Kepenk kapatan esnaf,
Ay sonunu getiremeyen emekli,
Toprağına küsen çiftçi tükenmiştir.
Emeği zayi olan emekçi,
Maaşı kuşa dönen memur,
Maaşının yarıdan fazlasını kiraya veren kiracı tükenmiştir.
Çarkı döndüremeyen KOBİ’ler,
Finansmana ulaşamayan sanayiciler,
Geleceğinden umudu kesmiş, kayırmacılık altında ezilen gençler tükenmiştir.
Aslına bakarsanız milleti tüketen, iktidar tükenmiştir.
Hazırladıkları bütçe de,
Bir “TÜKENİŞ BÜTÇESİDİR.”
Her bütçe döneminde yaşıyoruz.
Özellikle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçtiğimiz andan itibaren, saraydan hazırlanarak yapılmış bütçe binlerce sayfa dokümanla birlikte komisyona gelir, üzerinde saatlerde konuşur, günlerce tartışırız.
Hatta yapılan tartışmalar neticesinde ‘ne kadar büyük bir performans gösterdik’ diye bütçeyi savunanlar TBMM’de iftiharla anlatır.
Ama bir tek rakamını, cümlesini bile değiştiremeyiz.
Çünkü Sayın Recep Tayyip Erdoğan öyle emretmiştir, TBMM’ye gelmiştir ve Türk milletine dayatılmak istenmektedir.
Buradan açıkça söylüyorum; bütçenin sahibi Sayın Recep Tayyip Erdoğan geride bıraktığımız yıllarda yaptığı gibi yapmasın.
Gelsin bütçesini ya delikanlı gibi savunsun ya da bu büyük millete kendisi sunsun. Suçu bürokrasinin üstüne, bakanların üstüne atmasın.
Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı TBMM’den kaçmamaya davet ediyorum. Tekrar söylüyorum; delikanlıysa gelsin bütçesini sunsun ya da milletin huzurunda o bütçeyi savunsun.
Kıymetli yol arkadaşlarım,
Dün Meclise getirdikleri torba yasa da bundan farklı değildir.
“Bu tükeniş bütçesine, nasıl yama yaparız” derdinden başka bir şey değildir.
Her dönem aynı martaval:
Torbadaki yasalar büyüdükçe, milletin cüzdanı küçülüyor.
Kısaca bir “reform” değil, bir vergi yağmasıyla karşı karşıyayız.
Kira gelirinden istisnayı kaldırıyor.
Banka kredisiyle alınan konuta ödenen faizin gider yazılmasını yasaklıyor.
Hemen her mesleğe yeni harçlar yüklüyor.
Yani yine zengini koruyup halkı sıkıştıran bir düzenleme geliyor.
İktidar, ‘‘tasarruf’’ diyerek yine yanlış kapıyı çalıyor.
İşverenin sırtındaki yükü hafifletmek yerine, prim teşvikini yarıya indiriyor.
Genç girişimci desteğini tamamen kaldırıyor.
Üretici kepenk indirip başka memlekete giderken,
İflaslar, konkordatolar bu haldeyken,
Üstelik sosyal güvenlik sisteminin sırtındaki yük,
Sayelerinde dağlar kadar büyümüşken,
Buradan 97 milyar lira tasarruf edeceklermiş.
Bir tarafta devletin bütün gelirlerini, milletin alın terini kendi inhisarlarında yönetiyorlar
Bir diğer tarafta faturayı bu millete kesmeye çalışıyorlar.
Bu tasarruf,
Gençlerin iş umudundan, esnafın siftahından, üreticinin dayanma gücünden…
Yoksa ne iktidarın ne yancılarının
Ne de onların şımarık mahdumlarının keyfinden değil…
Sonuç: Daha az yatırım, daha az üretim, daha az istihdamdır.
Tasarruf, aslında itibardan yapılıyor.
Bunlar “İtibardan tasarruf olmaz” diyorlardı.
Evet itibardan yapılıyor ama bunların itibarından değil milletin itibarından yapılıyor.
Çünkü bir devletin itibarı,
Milletinin refahıyla, ülkenin kalkınmasıyla, devletin hukuka bağlılığıyla sağlanır.
Yeter artık! Milletin itibarından tasarruf ettiğimiz!
Biraz da kendi itibarınızdan tasarruf edin.
Uçaklarınızdan, seyahatlerinizden, yolsuzluklarınızdan, uğursuzluklarınızdan tasarruf edin!
Geçen yılki bütçeye zulüm bütçesi demiştik, bu sene tükeniş bütçesi diyoruz.
Zulüm bütçesinden, tükeniş bütçesine savruluş.
Bunun hesabını sormak boynumun borcu olsun.
Torba yasalarla halkın ümüğünü sıkan bu düzenbazlığa yeter artık.
Yeter artık! “tasarruf” diyerek,
Dar gelirlinin sofrasından, memurun maaşından, esnafın kazancından kesen hoyratlık!
Bir kez de vergi mükelleflerinin haklarını güçlendiren düzenlemeler getirin…
Ama YOK.
Vatandaşı koruyan düzenlemeler getirin…
Ama YOK
Var olan tek şey sadece kasayı doldurma derdi.
Bir kez de saray bütçesine, ballı ihalelerden nasiplenenlere,
Uzlaşmayla borcunun tamamını sildiğiniz yandaş şirketlerinize dokunun.
Allah’ınız, kitabınız yok mu sizin!
Ekonomiyle ilgili sözlerime son vermeden,
Takip ettiğimiz bir meseleye daha değinmek isterim.
Milletvekili arkadaşlarımızla, uzmanlarımızla bu konuyu yakından takip ediyoruz.
Burada da çevirdiğiniz fırıldakları milletle buluşturacak
Ve bunun hesabını soracak bir zemin oluşturacağız.
Biliyorsunuz, bu talan ve oligark ekonomisi içerisinde vatandaş,
Tabiri caizse kefenlik parasını korumaya çalışıyor.
Kimisi altına, kimisi dövize yatırım yapıyor.
Kimisi de az parasıyla borsalara yatırıyor.
Mevduat faizine yatırıyor,
Orada alengirli bir iş döndürüp faizlerle oynadıklarını görünce farklı farklı alanlara kaçıyor.
Döviz alıyor ama orada da bir film çeviriyorlar ve oradan da kaçıyor.
Ev almaya kalkıyor, piyasayı alt-üst ediyorlar.
Altın alıyor, yetkililer diyor ki, işte sizin yüzünüzden altın yükseliyor.
Haliyle vatandaşın bir yatırım aracı da borsa.
Türkiye’de bugün 6,5 milyon insan hisse senedi yatırım yapıyor.
Bu kadar insan, emeğiyle biriktirdiğini borsaya koyuyor.
Öyle ayılardan, balinalardan bahsetmiyorum.
İşinde gücünde namuslu, vergisini veren orta direk vatandaşımızdır bunların çoğu.
Pek azı belki ev alırım, bir kısmı araba sahibi olurum,
Belki çocuğuma üniversite parası birikir diye uğraşıyor.
Umudunu üretime, büyümeye,
Bu ülkenin şirketlerine bağlamış milyonlarca küçük yatırımcıdan bahsediyorum.
Ama ne oluyor?
Hoop manipülasyon, spekülasyon, türlü türlü oyunlar…
Her seferinde olan vatandaşa oluyor.
Rakamlar ortada: Borsadaki şirketlerin yarısı zarar açıklamış.
Yani “Borsamız ucuz” dedikleri şey,
Aslında reel sektörün alarm veren bilançolarının üzerini örten bir yalandan ibaret.
Ve daha 1,5 ay önce Cumhurbaşkanı Erdoğan çıktı,
“Borsada yükseliş hız kazanıyor” dedi. Peki sonra N’oldu?
Bunların maşallah dediği 3 gün yaşamadığı için…
O günden bugüne borsa yerle bir oldu.
Halkın birikimi eridi. Umutları yok oldu.
Gelinen aşamada Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde
İvedilikle bir Meclis Araştırma Komisyonu kurularak
Başta Türkiye Varlık Fonu olmak üzere,
Merkez Bankası,
Bankalar Arası Kart Merkezi,
Rekabet Kurumu,
Kamu Bankaları,
Sermaye Piyasası Kurulu gibi tüm aktörlerin iş ve işlemleri denetlenmelidir.
Kamu gücünü kullanarak manipülasyon yapan her kim varsa hesap vermelidir.
Denetimin her aşaması da milletimizle paylaşılmalıdır.
Bir ülkenin kurumları yıpranırsa, itibarı da yıpranır;
Bu yüzden yolsuzluğu değil, denetimi büyütelim;
Kamu yönetiminde korkuyu ve suç ortaklığını değil,
Şeffaflığı ve hesap verilebilirliği hakim kılalım.
Değerli arkadaşlarım;
Biliyorsunuz her yeni güne operasyonlar, soruşturmalar, mahkemelerle uyanıyoruz.
Ülkemizde adalet duygusu zedeleniyor.
Yapılan soruşturma ve yargılamaların hukukiliğinden çok siyasiliği konuşulup tartışılıyor.
Belediye başkanları üzerinden yürütülen süreçler kamu vicdanını yaralar bir mahiyettedir.
Suç varsa elbette cezasız kalmamalıdır.
Ancak adaletin tecellisi geciktirilmemelidir.
Aksi ispat edilinceye kadar herkes masumdur.
Bu nedenle, tutukluluğun bir tedbir olmanın ötesinde, cezaya dönüştürülmemesi gerekmektedir.
Ülkemizde, çeşitli dönemlerde yaşanmış ve hukuk tarihimize kara bir leke olarak kazınmış,
Yine hukukun üstünlüğü ile temizlenmiş kararlar ve süreçler vardır.
Yüzlerce yıldan yargılanıp, serbest dolaşanların bulunduğu bir dönemde,
Büyükşehir Belediye Başkanlarının sanki mahkum edilmişler gibi, cezaevlerinin ağır koşulları altında tutulmaları hukuken ve vicdanen kabul edilebilir değildir.
Adalet bir gün herkese lazım olur…
Yargılamaların tutukluluk dışındaki tedbirlerle sürdürülmesi sadece bizim değil, kamuoyunun da beklentisidir.
Balıkesir’de geçtiğimiz hafta bir olay yaşandı.
22 sene hüküm giymiş, 5 küsur sene hapiste yatmış bir hükümlü Çanakkale’de açık cezaevine sevk ediliyor.
Jandarma ringiyle, bir koruma altında falan da değil.
‘’Sen git, Çanakkale’deki Açık Cezaevi’ne teslim ol’’ diyorlar adama
Bu katil giderken en az 2 kişiyi öldürüyor, birkaç kişiyi de yaralıyor.
Bir cezaevinden bir cezaevine kendi kendine gidiyor. Düşünebiliyor musunuz?
Sokaklar eşkıyalarla dolu, bunlar seyrediyor.
Buralardan çıkarılacak çok sayıda ders var, gözden geçirilmesi icap eden çok sayıda husus var. Evladını kaybetmiş bir annenin,
Mahkeme sonucunda; ‘’Ben sadece ilahi adalete güveniyorum’’ demesi bile bizim ders çıkarmamız icap eden bir husustur.
Bu devletin yöneticilerine, bu ülkenin adaletinden hukukundan sorumlu olanlara buradan sesleniyorum:
Hukuk herkese lazım olur.
Altını çizerek söylüyorum:
Bu memleket kendini dokunulmaz sayan ne adamlar görmüştür.
Aziz milletim;
İstiyoruz ki, hakikat konuşulsun.
İstiyoruz ki, hakkı yenen 86 milyonun derdi çözülsün.
İstiyoruz ki, bu cennet vatanda,
Refaha, mutluluğa ve geleceğe ortak olalım.
Ancak görüyoruz ki birçoğunun derdi,
Bir ortaklık tasavvuru değildir.
İktidar nasıl ki siyaseti, ekonomiyi ve toplumu spekülasyon ve manipülasyonla yönetiyor,
Onun ortakları da her fırsatta benzine ateş, ateşe de de barut taşımayı
Bir marifet sanıyorlar.
Sözde Terörsüz Türkiye Komisyonu…
Barış, kardeşlik, dayanışma, demokrasi, milli birlik… ne güzel laflar!
Peki, sonuç?
Teröristbaşı Öcalan’a özgürlük yürüyüşleri.
Sonuç?
Polise “ey düşman” diye megafonla seslenen terör sempatizanları.
Sonuç?
Mustafa Kemal Atatürk’e hakaret eden
Post-modern siyaset feodalleri.
Sonuç?
Türkiye’nin tartışılmazlarının,
Tartışma masasına yatırılıp, tartışmaya açılması.
Sonuç?
Siyasetteki varlığını,
Türk milleti tanımıyla, Cumhuriyetin nitelikleriyle yaptığı çekişmeye adamış,
Anadil kılıfıyla, ayrışma taleplerini meşrulaştıran sözde bir meclis başkanı.
Her yeni gün, bir başka birinin yaptığı bu şımarıklıkların sonu,
Bizi içinden çıkılmaz belalara götürüyor.
İktidara, ne yapıyorsunuz o komisyonda diyoruz?
Bekamız söz konusu diyor…
Ana muhalefete ne yapıyorsunuz diyoruz?
Dinliyoruz diyor…
PKK ve İmralı’nın sözcüsü ve temsilciliğine soyunmuş,
Kürtleri de oraya hapsetmekle görevli partiye soruyorlar,
Bu sloganlar nedir diye?
Barış diyor, demokrasi diyor…
Buradan bir kez daha uyarıyorum.
Ey yanlış yolun şaşkın yolcuları!
Bu ülkeyi, Türk milletini provoke ederek varacağınız menzilde
Sizi bekleyen hiç ama hiç iyi bir gelecek yoktur.
Kimse için yoktur.
Ne Kürt için ne başka bir kimlik için yoktur.
Öcalan canisine indirgenmiş bir sürecin sonunda,
En çok benim masum Kürt kardeşime yazık edeceksiniz.
‘Benim yaptığım Kürtler için de bir savunma hattı kurmak ve bu ülkede şalter değil sigorta olmaya çalışmaktır’ lafı da buradan kaynaklıdır.
Tablo açık ve nettir:
Ya Öcalan’ı tercih edeceksiniz ya Kürtleri
Ya Kandil’i tercih edeceksiniz ya Türkiye’yi.
Ya Cumhuriyet’i tercih edeceksiniz ya da üzülerek söylüyorum sefilliği.
Bizim de tavrımız bellidir.
Biz kardeşlik diyeceğiz
Biz eşitlik diyeceğiz
Biz hürriyet diyeceğiz
Biz cumhuriyet diyeceğiz!
Ey yanlış yolun şaşkın yolcuları!
Size rağmen
Türk vatandaşlığını parçalatmayacağız.
Kalkınmış, demokratik Türkiye Cumhuriyeti’ni
Elbirliğiyle, Türkmen’iyle Kürt’üyle Alevi’siyle Sünni’siyle
Büyük Türk milleti olarak biz payidar kılacağız!
Her seferinde, bizi olmadık sıfatlarla itham etmenin
Size bir mecra kazandırdığını zannediyorsanız
Büyük bir yanılgı içindesiniz.
Siz 2025 yılında, bu coğrafyada,
Cumhuriyet olarak yaşayan, bir etnik ve dini kimlik cehenneminde yanmayan Türkiye’nin kıymetini bir türlü ve ısrarla anlamıyorsunuz.
Ama biz anadille, resmi dilin ne olduğunu çok iyi bilenleriz.
Benden iyi de kimse bilmez.
Anneannemin de babaannemin de anadili farklıdır benim.
Siz mi öğreteceksiniz bana anadile saygı göstermenin ne olduğunu.
Boş yere provokasyon yapmayın, boş yere düşmanlık üretmeye kalkışmayın.
Kimsenin anadiline de laf edecek tiynetsizlikte değiliz.
Ben sükunetle ve suhuletle tekrar uyarıyorum:
Türkiye, ondan bir parça devşirmeye çalışan sözde gizli ajandalarla
Kuyusu kazılacak bir ülke değildir.
Bunu asırlarca denediler kimse muvaffak olamadı.
Türk milleti, aç da kalsa, sefalet içinde de bırakılsa,
Varlığını bir faninin varlığına bırakacak bir millet değildir.
Buna da çok çalıştılar ama muvaffak olamadılar.
Türk milleti,
Kendisine 40 sene silah doğrultmuş bir terör örgütüne de,
Onun canibaşı elebaşına da barış güvercini muamelesi yapacak, yaptıracak bir millet de değildir.
Biz, bu bölünmez vatanı,
Milli mücadele ve irfanla kurduk, hukukla var etmek istiyoruz.
Biz, yedi düvele karşı kazandığımız savaşı,
100 sene sonra büyük Ortadoğu tefecilerine boyun eğelim diye vermedik.
O yüzden kendinize gelin.
Bu şımarıklığa son verin!
Bugün devleti yönettiğini zannedenler mi,
Yoksa onların okyanus ötesindeki patronları mı, her kim ise size bu cüreti veren,
Bilin ki bizler, ne bedel varsa onu ödemeye hazırız.
Cumhuriyetle savaşarak,
Devletin kuruluş felsefesi ile dalaşarak,
Mustafa Kemal ile hesaplaşmaya kalkarak,
Milletin birliği ve bütünlüğüne karşı çıkarak,
Vatanın bütünlüğüne kastederek,
Bize barış diye yutturmaya çalıştığınız
O parçalanma hikayesinin sonunda,
Gökten üç elma filan düşmez!
Böyle bir şeye Allah da rıza göstermez.
Başınıza taş yağar, taş!
Ha bunu da böyle bilin!
Grup toplantımızı şereflendirdiniz.
Hepinize şükranlarımı sunuyor, sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

