Türkiye, coğrafi konumu gereği adeta bir “doğal afet laboratuvarı” gibi. Depremler, sel felaketleri, heyelanlar, orman yangınları… Her yıl, doğa bize hazırlıklı olmanın değil, hazır olamamanın bedelini hatırlatıyor. İşte bu noktada devreye giriyor: Türkiye Afet Müdahale Planı (TAMP).
TAMP, sadece bir bürokratik belge değil; afet anında hangi kurumun ne yapacağını, kimin nerede olacağını, hangi kaynağın nasıl kullanılacağını belirleyen bir “yaşam kılavuzu”. Ama ne yazık ki çoğu zaman bu plan, afetlerden sonra aklımıza geliyor.
Planın amacı oldukça net: Afet öncesi, sırası ve sonrasında koordinasyonu sağlamak. 26 ana hizmet grubundan oluşan bu sistem; barınmadan lojistiğe, sağlık hizmetlerinden enerjiye kadar her alanı kapsıyor. AFAD’ın liderliğinde, valilikler, belediyeler, sivil toplum kuruluşları ve gönüllüler tek bir çatı altında toplanıyor.
Ancak kâğıt üzerindeki mükemmel planların sahadaki karşılığı çoğu zaman aynı olmuyor. Depremde yollar kapanıyor, iletişim aksıyor, koordinasyon kopuyor. TAMP’ın gücü, sadece varlığında değil, uygulanabilirliğinde yatıyor. Planı hazırlamak kadar, onu tatbikatlarla diri tutmak da önemli.
Bugün artık biliyoruz ki afet yönetimi, sadece kriz anında harekete geçmekle olmaz. Afet, henüz yaşanmadan önce yönetilmelidir. TAMP’ın başarısı, kamu kurumlarının koordinasyonuyla sınırlı kalmamalı; vatandaşın farkındalığı, yerel yönetimlerin ciddiyeti ve medyanın duyarlılığıyla desteklenmelidir.
Deprem ülkesi Türkiye, “kader” kelimesine sığınmak yerine bilim, planlama ve dayanışmaya sarılmalı. TAMP, bu dayanışmanın çerçevesini çiziyor; ama içini doldurmak bizim elimizde.
Unutmayalım, afet anında en büyük gücümüz hazırlıklı olmaktır.





YORUMLAR