Merhaba sevgili okurlarım, bugün sizlerle Türkiye’nin 2023 doğum istatistiklerini masaya yatırıp, halk sağlığı açısından bu rakamların bize ne anlattığını konuşmak istiyorum. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ve Avrupa Birliği İstatistik Ofisi (Eurostat) verileri, toplam doğurganlık hızının 1,51’e düşmesi, kaba doğum hızının binde 11,2 olması ve adölesan doğurganlık oranlarının gerilemesi gibi dikkat çekici değişimleri gözler önüne seriyor. Ama bu rakamların ardında yatan hikayeler, sadece sayılardan ibaret değil; toplumumuzun geleceği, sağlığımız ve refahımızla ilgili ciddi ipuçları veriyor. Haydi, bu verilere birlikte bakalım ve Türkiye’nin doğurganlık haritasında bir yolculuğa çıkalım.
Doğurganlık Hızındaki Düşüş: Nüfusumuz Yaşlanıyor mu?
2001 yılında bir kadın ortalama 2,38 çocuk doğururken, 2023’te bu sayı 1,51’e gerilemiş. Bu, nüfus yenilenme düzeyi olan 2,10’un oldukça altında bir rakam. Yani, uzun vadede nüfusumuzun yaşlanacağı bir geleceğe doğru ilerliyoruz. Halk sağlığı açısından bu ne anlama geliyor derseniz, yaşlanan bir toplumda sağlık hizmetlerine talep artacak; özellikle yaşlı bakımı ve kronik hastalıklarla mücadele gibi alanlarda sistemimiz ciddi bir sınav verecek. Üstelik genç nüfusun azalması, iş gücünde ve sosyal güvenlikte de dengeleri bozabilir. Peki, biz bu değişime hazır mıyız? Doğum oranlarını artırmaktan öte, yaşlanan nüfusun ihtiyaçlarını karşılayacak bütüncül bir stratejiye ihtiyacımız var.
Bölgeler Arası Uçurum: Aynı Ülkede Farklı Gerçekler
Verilere baktığımızda, doğurganlık ve doğum hızlarında inanılmaz bir bölgesel çeşitlilik görüyoruz. Şanlıurfa’da toplam doğurganlık hızı 3,27 ile zirvedeyken, Bartın’da bu oran 1,13’e kadar iniyor. Kaba doğum hızında da Şanlıurfa binde 24,8 ile başı çekerken, Zonguldak binde 6,9 ile en düşük seviyede. Bu farklar, eğitim, ekonomik durum ve sağlık hizmetlerine erişim gibi faktörlerden kaynaklanıyor. Halk sağlığı açısından düşündüğümüzde, Şanlıurfa gibi yüksek doğum oranlarına sahip bölgelerde anne ve bebek sağlığı hizmetleri yeterli mi? Doğum öncesi ve sonrası bakım, bu bölgelerde yaşayan anneler ve bebekler için erişilebilir mi? Öte yandan, Bartın ve Zonguldak gibi düşük doğum oranlarının olduğu yerlerde yaşlanan nüfusun sağlık ihtiyaçları nasıl karşılanacak? Bu uçurumu kapatmak için daha adil bir sağlık sistemi kurmalıyız, değil mi?
Genç Anneler Azalıyor: Adölesan Doğurganlıkta Umut Verici Bir Düşüş
Adölesan doğurganlık hızı, yani 15-19 yaş grubunda bin kadın başına düşen doğum sayısı, 2001’de binde 49 iken 2023’te binde 11’e gerilemiş. Bu, genç kızlarımızın erken yaşta anne olmak yerine eğitim ve kariyer gibi alanlara yöneldiğini gösteriyor ki halk sağlığı açısından harika bir haber. Ancak, 2022’de Avrupa Birliği ortalamasının (binde 7) üzerinde kalarak binde 12’lik bir oranla hala kat edecek yolumuz var. Erken yaşta annelik, hem anne hem de bebek için sağlık risklerini artırıyor. Özellikle kırsal bölgelerde gençlere yönelik cinsel sağlık ve üreme sağlığı eğitimlerini artırmalıyız. Gençlerimizin geleceğini korumak için daha fazla çaba göstermeliyiz, sizce de öyle değil mi?
Geç Annelik Artıyor: İleri Yaş Gebeliğin Getirdiği Sorular
Doğum yapan annelerin ortalama yaşı 2001’de 26,7 iken 2023’te 29,2’ye yükselmiş. İlk doğum yaşı da Artvin ve Tunceli gibi illerde 29,0’a ulaşmış durumda. Kadınlarımızın çocuk sahibi olmayı daha ileri yaşlara ertelemesi, özellikle eğitimli ve şehirli kesimlerde belirgin. Ancak halk sağlığı açısından, ileri yaş gebelikleri bazı riskleri de beraberinde getiriyor. Gebelik komplikasyonları ve doğumsal sorunlar artabilir. Sağlık sistemimizin bu duruma hazırlıklı olması, ileri yaş gebeliklerine özel tarama ve bakım hizmetlerini geliştirmesi gerekiyor.
Çoğul Doğumlar: Minik Kalabalıklar ve Sağlık Sisteminin Sınavı
Doğumların %3,3’ü çoğul doğum olarak gerçekleşmiş; bunların çoğu ikiz, bir kısmı üçüz hatta dördüz! Bu minik kalabalıklar, yüzümüzü güldürse de sağlık sistemi üzerinde ciddi bir yük oluşturuyor. Çoğul gebelikler, erken doğum ve düşük doğum ağırlığı gibi risklerle geliyor. Neonatal yoğun bakım ünitelerimizin kapasitesi ve erişilebilirliği, bu bebeklerin sağlıklı bir başlangıç yapabilmesi için çok önemli.
Avrupa ile Neredeyiz? Bir Karşılaştırma
Türkiye’nin toplam doğurganlık hızı 2022’de 1,63 ile Avrupa Birliği ortalamasının (1,46) üzerinde. Kaba doğum hızımız da binde 11,2 ile AB ülkelerinden daha yüksek. Ancak bu, uzun vadede genç bir nüfus yapısını koruyacağımız anlamına gelmiyor. Mevcut trendler devam ederse, Malta (1,08) gibi düşük doğurganlık oranlarına sahip AB ülkeleriyle benzer sorunları yaşamamız kaçınılmaz. Bu yüzden, bugünden geleceği planlamalıyız.
Nusret Fişek’in Halk Sağlığına Katkıları: Bir Öncü ve Vizyoner
Türkiye’de halk sağlığı denince akla gelen önemli bir isim şüphesiz Nusret Fişek’tir. 1960’lı ve 1970’li yıllarda Sağlık Bakanlığı Müsteşarlığı yapan Fişek, halk sağlığının temellerini atan bir vizyoner olarak tanınır. Özellikle “Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi” projesiyle, kırsal bölgelerde yaşayan vatandaşların sağlık hizmetlerine erişimini artırmayı hedeflemiş ve sağlık ocaklarının kurulmasını sağlamıştır. Bu sistem, o dönemde anne ve çocuk sağlığı, bulaşıcı hastalıklarla mücadele ve temel sağlık hizmetlerinin yaygınlaştırılması açısından devrim niteliğinde bir adım olmuştur. Fişek’in yaklaşımı, sağlık hizmetlerini sadece tedavi odaklı olmaktan çıkarıp, koruyucu hekimlik ve toplumsal refah boyutuna taşımıştır. Adölesan doğurganlık oranlarının azalması gibi olumlu trendlerin temelinde, onun eğitim ve sağlık hizmetlerini bir arada düşünen bütüncül bakış açısının etkisi büyüktür. Nusret Fişek’in katkıları, bugün bile halk sağlığı politikalarımıza ilham vermeye devam ediyor. Ancak, Fişek’in vizyonunun uygulanmasında o dönemin şartları nedeniyle bazı eksiklikler yaşanmıştır. Sağlık ocakları sistemi, yeterli finansman ve personel desteği sağlanamaması nedeniyle istenen etkinliği tam olarak gösterememiştir. Özellikle uzak köylerde ve dezavantajlı bölgelerde, sağlık hizmetlerinin sürekliliği konusunda sorunlar yaşanmıştır. Fişek’in ideallerinin, günümüz koşullarında daha güçlü bir altyapı ve teknolojiyle desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum. Onun toplum odaklı sağlık anlayışı, bugünün bölgesel eşitsizliklerini gidermede hala önemli bir rehber olabilir.
Sağlıkta Dönüşüm ve Recep Akdağ’ın Mirası: Olumlu ve Eleştirel Bir Bakış
Bu noktada, Türkiye’nin sağlık sistemindeki dönüşüm sürecinden ve bu sürecin öncü isimlerinden biri olan Recep Akdağ’dan bahsetmeden geçemeyiz. 2002-2013 ve 2016-2017 yılları arasında Sağlık Bakanlığı görevini yürüten Akdağ, Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın mimarlarından biri olarak, Türkiye’de sağlık hizmetlerine erişimi artırma konusunda önemli adımlar atmıştır. Özellikle aile hekimliği sisteminin yaygınlaşması, hastanelerin altyapısının modernize edilmesi ve anne-çocuk sağlığı hizmetlerinin geliştirilmesi gibi konularda ciddi ilerlemeler kaydedilmiştir. Adölesan doğurganlık oranlarının azalmasında ve anne-bebek ölümlerinin düşmesinde bu politikaların etkisi yadsınamaz. Ayrıca, kırsal bölgelerde sağlık hizmetlerine erişimi artırmak için yapılan yatırımlar, bölgesel eşitsizliklerin bir nebze olsun azalmasına katkı sağlamıştır. Bu yönüyle, Recep Akdağ’ın liderliğindeki dönüşüm, halk sağlığı açısından takdiri hak eden bir çabadır.
Ancak, bu dönüşüm sürecinin eleştirilecek yönleri de bulunmaktadır. Sağlıkta Dönüşüm Programı, erişimi artırsa da, hizmet kalitesi ve sürdürülebilirlik açısından bazı sorunları beraberinde getirmiştir. Özellikle büyük şehirlerdeki hastanelerde hasta yoğunluğu ve doktorların iş yükü gibi meseleler, sağlık çalışanlarının tükenmişlik yaşamasına neden olmaktadır. Ayrıca, kırsal bölgelerde hala yeterli sayıda uzman doktor ve neonatal yoğun bakım ünitesi gibi kritik hizmetlerde eksiklikler devam etmektedir. Yüksek doğum oranlarına sahip Şanlıurfa gibi illerde, altyapı yatırımlarının daha da güçlendirilmesi gerekmektedir. Sağlıkta dönüşümün getirdiği merkezi hastane modeli, bazı durumlarda yerel ihtiyaçlara yeterince cevap verememektedir. Bu noktada, Recep Akdağ döneminde başlatılan reformların, bugünün ihtiyaçlarına göre yeniden gözden geçirilmesi ve daha kapsayıcı bir yaklaşımla güncellenmesi gerektiğini düşünüyorum.
Sonuç: Geleceğimizi Birlikte Şekillendirelim
Türkiye’nin doğum ve doğurganlık istatistikleri, halk sağlığı açısından hem umut dolu hem de dikkat gerektiren bir tablo çiziyor. Doğurganlık oranlarının nüfus yenilenme düzeyinin altına düşmesi, yaşlanan nüfusun sağlık ihtiyaçlarını karşılamak için uzun vadeli planlar yapmamızı zorunlu kılıyor. Bölgesel eşitsizlikleri gidermek adına sağlık hizmetlerinde adaleti sağlamalı, özellikle yüksek doğum oranlarına sahip bölgelerde anne ve çocuk sağlığını güçlendirmeliyiz. Gençlerimizin erken yaşta anne olmasını önlemek için eğitim ve farkındalık çalışmalarını artırmalı, ileri yaş gebeliklerine yönelik hizmetleri geliştirmeliyiz.
Bir toplumun geleceği, sadece doğan bebeklerin sayısına değil, onların sağlıklı, mutlu ve eğitimli bir şekilde büyümesine bağlıdır. Bu istatistikler, bize bir ayna tutuyor; geleceğimizi şekillendirmek için şimdi harekete geçme zamanı.